24 Eylül 2010 Cuma

Gelmiyor..



Bazen kömürsüz sobada ısınmayı beklemek, bazen de kaloriferde kestanelerin pişmesini beklemek gibiydi seni beklemek.. Belki zaman, belki de mekan yanlıştı..
tavuklupilav

Kırmızı Beyaz Sevgisi


    Küçükken itfaiyeci olmak isterdim, yanılmışım.. Meğer; kırmızısına vurulmuşum.. Biraz daha büyüyünce doktor olmak istedim, başaramadı dediler ama yine aldanmış, beyazına vurulmuştum.. Az daha büyüdüm, bayrağımı dikkatlice seyre daldım.. Ve seyirdeyken uzunca düşündüm.. Kırmızıyla beyaza nasıl vurulmuşum onu anladım..
    tavuklupilav
     

Uçurtma ve Türkler


    Türkler'in uçurtmaları kalitesiz oluyor, havalanır havalanmaz ipi hemen kopuverip, uçurtma sonsuz mavilikte seyre dalıyor diyorlar. O; kalitesizlikten değil, uçurtmamızın bile hürriyet olan aşkındandır! Hal böyle iken, Türk'ün boynuna zincir takmaya düşünmek beyhude bir çabadır!
    tavuklupilav

Aslında Tavuklu Pilav Nedir?



Hayat, pilav gibi değil mi sizce de?

Pirinç sizi temsil ediyor, içindeki taşlar kötü alışkanlıklarınızı.. Ve ayıklıyorsunuz o taşları, kötü alışkanlıklarınızdan kurtulmak istiyormuş gibi ..

Hayatta mutsuz oluyoruz kimi zaman; bazen pilavın kıvamını ayarlayamadığımız gibi..

Sonrasında yuva kuruyorsunuz, mutlu oluyorsunuz; bu da tavuklu pilav gibi..

Evliliğin tuzu biberi derler ya küçük atışmalar için, işte bu pilavın tuzu biberidir onlar aslında..

Mutluluğa bir de çocuklar eklenir daha sonra; çocuklar nohut olur, tavuklu nohutlu pilav oluverir bi anda..

Doğunca mevlüd yapılır, pilav dağıtılır hayata geldiğimiz için..

Ölünce yine mevlüd yapılır, helva dağıtılır bu defa terk-i diyar ettiğimiz için..

İşte bu yüzdendir ki; pilav hayat, helva da ölümdür aslında..

tavuklupilav


23 Eylül 2010 Perşembe

-Ne, Sigara Sağlığa Zararlı Mı?-

SİGARA

Hafif sisli bir havada ve güneşin apartmanların arasından yeni yeni güne merhaba dediği bir saatte, vapura doğru ilerleyen genç adam; jeton gişesinde, yaklaşık iki ay önce ayrıldığı kız arkadaşını görür ve titrek bir ”merhaba” ile konuşmaya başlar. Bu konuşmalar vapurda da devam eder. Adamın; “Hava o kadar da soğuk değil, dışarıda oturalım mı?” sorusuna, kızın “Olur” cevabı vermesiyle birlikte vapurun en üst katına doğru yol alırlar. Birkaç dakika havadan sudan muhabbetlerle geçtikten sonra, adam kıza bir sigara uzatır ve kendisine de bir tane alır. Daha sonra, genç adam birden lafa girer:

- Biliyorum, bu konuları daha önce hiç konuşmadık ya da konuşamadık diyeyim. Merak etme ama, “Neden ayrıldık biz” sorusunu sormayacağım. Sadece sana söylemek istediğim birkaç şey var, onları konuşmak istiyorum.

Genç kız; adama bakarak, “Evet seni dinliyorum, devam et” dedikten sonra adam, konuşmasına kaldığı yerden devam eder:

- Biliyor musun? Ayrıldıktan sonra, seni sigaraya benzetmeye başladım.

Kız, hiç tahmin etmediği, alakasız bir konuyla lafa girmesinin verdiği şaşkınlıkla, “Ne? Nasıl yani?” der. Adam, önce kıza uzattığı sigarayı ve sonra kendi sigarasını, çantasından çıkardığı çakmak ile yaktıktan sonra:

- Mesela bir tane sigara yakıyorum ve kül tablasına koyup izlemeye başlıyorum. Kül tablasına dökülen külleri gördükçe; anılarımız aklıma, her biri kül olup acılarıma dönüşüyor sonra. Arada bir elime alıyorum sigarayı ve içime çekiyorum seni. Kendimi zehirlemek için; daha çok, daha çok çekiyorum. Bazen de anıları döküyorum kül tablasına. “Sen zehiri” hoşuma gidiyor, içimi acıtıyor, vazgeçemiyorum; içime çekmeye devam ediyorum. Ağzımdan çıkan her dumanda, ayrılırken bana bıraktığın; son bakışının silueti beliriyor. Her sigaranın oldugu gibi, senin de sonun yaklaşıyor. Ve ben yavaş hareketlerle; ne zaman seni söndürmek için, elimi götürsem kül tablasına, aptalca bir umutla “Nolur yapma!!” diyeceğin zamanı bekliyorum. Ama hiçbir zaman duyamıyorum sesini. “Ve işte bitirdim seni” diyorum. Hayır hayır kendimi kandırıyorum galiba, “Seni böyle bitiremem” diyorum sonra. Ama bakıyorum kül tablasına; evet! Sen oradasın, evet! Anılar orada. Ancak, elimde hala kokun var. Yıkasam da, hiç çıkmayacak bir koku. Anlıyorum ki; bu sigarada, senin çok az bir kısmını bitirmişim. Senden bağımsız bir sen, hep içimde yaşıyormuş. Ve anlıyorum ki, sadece sönüyorsun. Seni ateşleyecek bir “Ben” bekliyorsun sabırla. O “Ben”, çok da bekletmiyor seni. Bir daha yanmaya başlıyrsun. Aniıar,acılar yine bitiyorsun. Yeniden yanıyor ve bitiyorsun. Bu hep böyle devam ediyor; sonunda alışkanlık oluyorsun.

Genç kız anlatılanları dinlerken tarif edilmeyecek bir duygu yoğunluğu içindeydi. Bir yandan, birisinin bu kadar acı çekmesine üzüntü duyarken; diğer yandan da, kendisinin hala unutulmamış olmasından, haz alıyordu. Aslında kendisi de unutamamıştı genç adamı. Kendi isteğiyle ayrılmıştı ama; sevmediği ya da artık bir şeyler hissetmediği için değil, en yakın kız arkadaşının da, o insana karşı bir takım duygular beslediği için gerçekleşmişti bu ayrılık. Bunu; ne erkek arkadaşı, ne de en yakın arkadaşı biliyordu. Erkek arkadaşına, “Bu ilişkide bir şeyler eksik, ben daha fazla sürdüremeyeceğim, ayrılmalıyız.” diye bir mesaj atarken; kıza, “İlgisiz bir sevgili olmaya başlamıştı günler geçtikçe; çok bunalmıştım. Ve bir gün onu, başka biriyle sarmaş dolaş gördüm. Bu yüzden ayrıldım.” demişti. Böylece, hem erkek arkadaşından, kendine göre, makul bir sebeple ayrılmış; hem de arkadaşına, erkek arkadaşını kötüleyerek, ondan soğumasını sağlamıştı. Kendisinin çok acı çekeceğini bile bile, arkadaşını kaybetmemek için, böyle bir yalanlar zincirine başvurmuştu. Artık hayatını, bu yalanlara göre düzenlemeliydi. Bu yüzden; bu karşılaşmalarında duygularını bir tarafa bırakıp, mantığı ile karar vermek zorundaydı. Geri dönüşü yoktu ve kız da bunun farkındaydı. Bütün ayrıntıları, olası bir karşılaşma için düşünmüştü daha önceden. Adamın anlattıklarını dikkatlice dinliyor ve sözünü bitirmesini bekliyordu. Ve adamla göz göze gelip, “Bitti, bu kadardı!” dermişçesine bakmasından sonra, kız konuşmaya başladı:

- Açıkçası bu söylediklerin, hiç beklemediğim şeylerdi. Benim, bu açıklamalarına bir yorum yapmamı bekleme. Çünkü bunlar senin kendi düşüncelerin. Her biten ilişkiden sonra, yaşanabilecek duygulardan bu anlattıkların. Şunu söyleyebilirim ama yaşadığımız ilişkide, elimden gelen fedakarlığı gösterdiğime inanıyorum. Seni hiçbir zaman suçlu görmedim, her şey benden kaynaklıyordu. Sonuç olarak, bir şekilde bu ilişki yürümedi ve bitti. Bu kadar basit.

- Bu kadar mı yani?

- Evet...

Genç adam şok olmuştu. Belki, daha ılımlı bir yaklaşım bekliyordu kızdan. Ancak, kesin ve kararlı konuşmuştu kız. Hiçbir umudun kalmadığına, kendini inandırmaya çalışıyordu. Vapur yanaşmıştı iskeleye. Tek bir kelime bile konuşmadan vapurdan indiler. İskelenin sonunda; genç kız, adama sarılarak “Hoşçakal” dedi. Ancak adam, ayrılırken ne sarılmıştı kıza, ne de bir kelime çıkmıştı ağzından. Bir heykel gibi duruyordu kızın karşısında. Kız da, bir tepki gelmeyince; hızla uzaklaşmayı tercih etti. Arkalarına bile bakmadan ayrıldılar.

Kız, işyerine ulaştı. Yerine oturduktan hemen sonra, cep telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj, eski sevgilisindendi ve şöyle yazıyordu:

“Hep bu karşılaşmayı ve sana sigara hikayesini anlatacağım günü beklemiştim. Ve o gün, gözlerimin içine bakıp; söyleyeceklerine göre, hayatıma bir yön çizecegime...”

Genç kız, bu mesajdan hiçbir anlam çıkaramamıştı. Bu mesajı düşünürken; bir mesaj daha geldi:

“... kendi kendime söz vermiştim. Bugün duyduklarım; beni hayal kırıklğına uğrattı ve ben kararımı verdim:”


“Sigarayı bıraktım...”

-Motivasyonun Ettikleri-

Babam Seyrediyor Hocam!

Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç,babasıyla birlikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç okulun futbol takımındaydı. Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve tecrübesizliği sebebiyle hoca ona bir türlü maçlarda görev vermiyordu. Bu yüzden her zaman yedek kulübesinde otururdu. Buna rağmen babası hiçbir maçını kaybetmez ve her zaman ayağa kalkar tezahürat yapardı.
Liseye başladığında yine sınıfın en sıska öğrencisiydi. Fakat babası onu hep futbol oynamaya teşvik etti;bununla birlikte,eğer istemezse oynamayabileceğini de belirtti. Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda kalmaya karar verdi. Her idmanda elinden geleni yapıyor takımın as oyuncusu olmaya gayret ediyordu. Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadı.
İnançlı babası tribünde her zaman ki yerini alıp oğlunu desteklemek için tezahürat yapmaya devam ediyordu. Genç üniversiteye başladığında futbol onun için önemini kaybetmeye yüz tuttu,ama yine de elinden geleni yaptı. Herkes onun okul takımına giremeyeceğinden emin olsa da o bunu başardı. Takımın antrenörü onu listeye dahil ettiğini çünkü her idmana yüreğini koyduğunu ve takımın diğer üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti. Takıma girebildiği onu o kadar heyecanlandırdı ve sevindirdi ki, soluğu en yakın telefon kulübesinde aldı ve babasına müjdeyi verdi. Onun bu başarısına sevinen baba mutluluğunu paylaştı ve kendine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi. Üniversitede dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç, ne yazık ki hiçbir maçta oynayamadı.
Futbol sezonunun sonlarına doğru,büyük bir eleme maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde telgrafla antrenörü geldi. Delikanlı elgrafı okuyunca ölüm sessizliğine büründü.Güçlükle yutkunarak hocasına şunları söyledi "Bu sabah babam ölmüş izninizle bu gün idmana gelmesem?" Hocası onun şefkatle boynuna sarıldı ve "bu hafta dinlen evlat" dedi. "Ve cumartesi günkü maçada gelmeyi aklından geçirme." Cumartesi geldi çattı,ama okul takımının durumu hiçde iyi değildi. Maçın sonlarına doğru sessizce bir kişi soyunma odasına girdi,formasını ve futbol ayakkabısını giyip sahanın kenarına çıktı. Babası ölen ufaklıktı bu! Antrenör ve oyuncular bu azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede tekrar aralarında görmekten son derece şaşkındılar..
Hocasının yanına giden genç "Lütfen izin verin oynayayım" dedi. "Bu gün oynamak zorundayım." Hocası önce onu duymamış gibi davrandı. Böylesine zor bir eleme maçında takımının en kötü oyuncusunu sahaya çıkarmasına imkan olmadığını düşünüyordu.Ama genç o kadar ısrar etti ki, sonunda ona acıyan hocası razı oldu: "Peki,oyuna girebilirsin." Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki,hem hoca,hem oyuncular hem de arkadaşları gördüklerine inanamadılar.Daha önce hiç oynamamış bu meçhul ufaklığın her hareketi harika attığı her pas isabetliydi. Karşı takımın oyuncuları onu durduramıyordu. Koşuyor pas veriyor, savunmaya geçiyor ve maçın yıldızı gibi parlıyordu. Sonunda gencin takımı aradaki farkı kapattı,nihayet atılan gollerle de beraberliği yakaladı.Ve son saniyelerde ufaklık topu tek başına sürükleyip herkesi geçti ve galibiyet golünü attı.Maç bitmişti,okulun taraftarları sevinç çığlıkları atıyor,arkadaşları ufaklığı omuzlarında taşıyordu. Seyirciler stadyumu terk ettikten,oyuncular duşlarını alıp soyunma odasına boşalttıktan sonra,takımın hocası ufaklığı bir köşede tek başına sessizce oturduğunu fark etdi.Yanına gidip "Evlat,inanmıyorum.Bu gün bir harikaydın" dedi. "sana ne oldu bunu nasıl yaptın anlat bana" dedi. Hocasına bakan genç gözleri dolu dolu şunları anlattı: "Babamın öldüğünü biliyorsunuz. Peki onun gözlerinin görmediğini de biliyor muydunuz?" Delikanlı güçlükle yutkundu,Gülümsemeye çalıştı. "Babam bütün maçlara geldi.Çünkü görmediği halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk defa bu gün beni görebilirdi. Ben bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona göstermek istedim!!!!!"

'SON'

AYNALAR


Adamın biri, ilk defa gittiği şehrin tarihi çarşısına uğradığında, bir dükkana girerek;
- Hatıra eşya almak istiyorum, demiş.Ne tavsiye edersiniz?
Dükkan sahibi yaşlı zat,adamı tepeden tırnağa süzüp:
- Buranın en meşhur malı, aynalardır evladım, demiş. Ama onları almaya güç ister.

Adam, hiç düşünmeden:
- Ben, yaşadığım şehrin en zengin insanıyım, diye atılmış. Benim için para önemli değil.
İhtiyar, dudak büküp:
- İnşaallah gücün yeter, demiş. Çünkü padişahlar bile alamadı onları.
Adam, ses tonunu iyice yükselterek:
- Benim elde edemeyeceğim şey yoktur!..diye direnmiş. Fiyatları ne kadar?
İhtiyar adam:
- Seçeceğin aynaya bağlı, diye gülümsemiş. nümüze ait aynaları normal fiyata alabilirsin. Fakat eski aynalar pahalıdır.Hele hele antikalara gücün yetmez. Ama geleceğin aynası bedavadır, fakat onu görsen pek beğenmezsin.
Adam, bu sözleri pek anlamamış. Ama merakından çatlayacak gibiymiş. Aynaları bir an önce görmek istediğinden, yaşlı adamın koluna girip,dükkanın arka bölümüne geçmiş.
Yaşlı adam, elindeki baston ile işaret ederek:
- Sana ilk önce günümüze ait aynayı göstereyim, demiş.Çerçevesi gümüştendir. Fiyatıysa sadece üç altındır.
Adam, duvarda asılı duran kristal aynayı kısa bir süre incelemiş. Ve ona bakarak saçlarını düzelttikten sonra:
- Bunun bir özelliğini görmedim, demiş. Evimde de bundan üç dört tane var.
Yaşlı adam, seke seke ilerleyerek:
- O halde bu aynaya bak!.. demiş. Çeyrek asır öncesine aittir. Çerçevesi bakırdandır. Fiyatı ise yüz kese altındır.
Adam:
- Herhalde şaka yapıyorsunuz, diye gülümsemiş.Böyle basit bir ayna,on altın bile etmez.
İhtiyar adam:
- Ben sana söylemiştim!.. diye kızmış. İsterseniz vazgeçin.
Adam, iş olsun diye aynaya baktığında, bağırmamakiçin kendini zor zaptetmiş. Gözlerini ovuşturarak baktığı aynadaki görüntü, onun yirmibeş yıl önceki haline aitmiş. Ne başının büyük bölümünü saran beyaz saçlar varmış bu görüntüde, ne de yüzünü kırış kırış eden derin çizgiler.
Adamın aynaya takılan gözleri, biraz sonra fal tşı gibi açılmış. Çünkü aynadaki gençlik görüntüsünün hemen arkasından,sevdikleri geçiyormuş birer birer.
Büyük bir dehşet içinde:
- Aman Allah’ım!.. diye bağırmış.Bu geçen,kız kardeşim değil miydi? Hem de henüz kanser olmadan önce.
Daha sonra, en sevdiği teyzesi ve dayısı da geçmişler, adamın görüntüsü ardından. Her ikisi de, çeyrekasır önceki halleriyle.
Adam, dayanamayıp başını çevirmiş aynadan. İhtiyar, ona sokulup:
- Bu işten vazgeç!. demiş.Zaten bir çok insan da öyle yaptı.
- Hayır!. diye itiraz etmiş adam. Kardeşimi özlemiştim, dayımla teyzemi de.
- Peki!. demiş ihtiyar. Şu gördüğün bir antika aynadır. Çerçevesi ahşaptır. Değeriyse bin kese altın eder.
Adam,oraya doğru ilerlerken,korkusundan vazgeçmiş. Ama merakını yenemeyip aynaya baktığında, küçük bir çocuk gibi çığlık atmış. Yedi sekiz yaşlarında bir çocuk duruyormuş karşısında. Soluk yüzlü, incecik, dişleri dökük ve saçları dağınık bir çocuk.
- Aman Allah’ım!.. diye bağırmış. Bu benim çocukluğum. Cebimdeki sapan bile duruyor.
Adam, biraz sonra sendeleyerek duvara tutunmak zorunda kalmış. Bu sefer, 30-35 yaşlarındaki halleriyle annesi ve babası geçiyormuş geriden. Daha sonra da, nur yüzlü dedesi. Annesi, her gün defalarca yaptığı gibi, öpüvermiş onu yanağından. Babası ise, er zamanki şakacılığıyla, ensesine bir şaplak atmış yavrusunun.
Adam, kaçarcasına uzaklaşmış oradan. İhtiyarın yanına yığılmış ağlayarak.
Yaşlı adam:
- Gerçek aynalar böyledir evladım!.. demiş. Bu yüzden de ulaşılmaz onlara.
Adam, biraz olsun kendine geldiğinde, dükkandan atmak istemiş kendini. Fakat tam çıkacakken:
- Bedava aynalardan söz etmiştiniz, demiş. Onu da merak ettim.
İhtiyar adam:
- Ona hiçbakma evlat!. diye atılmış. Bu gün çok fazla yoruldun, kalbin dayanmaz.
- Mutlaka bakmalıyım!. diye ısrar etmiş adam. Gördüğüm şeylere artık alıştım.
Yaşlı adam, çaresiz kabul etmiş ve duvarlara asılanlardan farklı olarak, dükkanın döşemesi üzerine indirilen bir aynayı gösterip:
- İşte bu da geleceğin aynası!. demiş. Çerçevesi altından olup bedavadır. Ama onu hiç kimse almadı.
Adam:
- Geleceğin aynası ha!.demiş.Üstelik de altından ve bedava…
İhtiyar, hiç sesini çıkartmamış. Adam ise, emin adımlarla aynaya doğru ilerlemiş ve bakmak için yere eğildiğinde oracığa yığılıp kalıvermiş.
Yaşlı adam:
Geleceğin aynasında ne göreceğini tahmin etmen ve ona göre hazırlıklı olman gerekirdi evladım, demiş. Senin de gücün yetmedi demek ki…
İhtiyar adam, müşterisinin cansız vücudunu kucaklarken, onun ayndaki görüntüsüne bakmış.
Kuru bir iskelet görünüyormuş…